• anitagac.istanbul@ibb.gov.tr

Subaşı Çınarı

Subaşı Çınarı

SUBAŞI ÇINARI

“O ağacın altı”... Bu tabiri illa ki duymuşuzdur. Belki bir şarkıda, belki bir şiirde belki de adını verdiği filmde... Belki de kulaktan kulağa aktarılmıştır bizlere... Nerede olduğunu bilmesek de “o ağacın altı” kültürel hafızamızda derin bir yere sahiptir. Nasıl olsa geçmişten bugüne İstanbulluların gölgesine sığındığı, çocukların ip kurup sallandığı, altında piknikler yapıp sohbetler ettiği, sevenlerin buluştuğu,  “o ağacın altı” her zaman var olmuştur.

Eski bir resimde, siyah beyaz bir fotoğrafta, bir filmde ve bugünümüzde; o ağacın altında gezinen hayvanları, gündelik hayatın telaşına kapılmış insanları, ya da belki de sadece İstanbul’un güzelliğine kalbini açmış hassas ruhları görebilirsiniz. O ağacın, geçmişten geleceğe çevresi an be an değişirken her şeye şahit olarak büyümesinin büyüsünü hissedersiniz.

Sıcak yaz günlerinin boğucu havası ancak bir ağacın altındaki kahve sohbetiyle dağıtılırken, bir Çınar’ın gölgesi nice edibe, şaire ilham kaynağı olur. Ulu ağaçların hemen yanı başındaki çeşme ise insan ruhunda derin duygular hissettirir.

Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz,

Hep elele vererek hayaller kurduğumuz,

Kimi üzgün kimi gün neşeyle dolduğumuz,

O ağacın altını şimdi anıyor musun?

O güzel günler için bilmem yanıyor musun?

.....

 

Bestekâr Yusuf Nalkesen’in, Hicaz şarkısının sözleri duygulara olan etkisi nedeniyledir ki “o ağacın altı” tabiri pek çok ağaca yakıştı, yakıştırıldı. Yıllarca dillerden düşmeyen şarkının popülerliği, pek çok insanın gönüllerindeki yaşanmışlıklara rastlamış olmasındandır.

Bazı ağaçlar vardır gövde yapıları, yaprak şekilleri gibi dış güzellikleri ile öne çıkarken, bazıları ise biçimsel özelliklerinden ziyade tarihi, folklorik, kültürel bakımdan, yöre tarihinde ve insanların hatıralarında iz bırakacak şekilde kimlik kazanırlar.

İşte bu ağaçlardan biri de Üsküdar’ın Küçük Çamlıca’sının eteklerinde bulunuyor. Kocaman kovuğu ile bu tarihi alanda büyük boyutlara ulaşan Çınar ağacı ve az ilerisinde set üstündeki Sakız ağacı geçmişin asaletini günümüze taşımaktadır.

Ünlü ve çok sevilen şarkısına özne yaptığı ağaç, bestekâr Yusuf Nalkesen’in, çocukluk ve gençlik yıllarını yaşadığı Turgutlu’da, bir zamanlar mesire alanı olarak kullanılan bir tepede, gördüğü bir ağaçtı. Şarkının çok meşhur olduğu 70’li yıllarda, Küçük Çamlıca’daki Ulu Çınar’ın gölgesinde bir araya gelen gençler de bu şarkıyı çalıp söylerken, “O Ağaç” imgesini üzerinde taşıyan ağaçlar şarkının sembolü olmuş, zamanla bu bölge “O Ağacın Altı” adıyla anılır olmuştur.

Eşsiz Marmara manzaralı bu küçük tarihi alan önceleri Subaşı ismiyle ve meşhur leziz suyuyla tanınırmış. 1650’ li yıllarda, “avcı” lâkabıyla bilinen Sultan IV. Mehmet(1648-1687), sık sık avlanmaya gelirmiş bu bölgeye. Her gelişinde uzun süreler kaldığı Çamlıca’ya, “Cennet-Abâd Kasrı” adını verdiği bir av köşküyle, köşkün hemen yakınına bir mesire alanı, bir çeşme, bir de namazgâh yaptırmış.

Uzun yıllar boyunca Küçük Çamlıca’nın leziz suyunu akıtan ve büyük oranda yıpranan akarca çeşme, 2023 yılında yapılan restorasyonla birlikte tekrar suya kavuştu.  Subaşı Çınar’ının bulunduğu tarihi Küçük Çamlıca Namazgâhı üzerinde ise önceki yıllarda yapılan cami kaldırılmış, yerine alanın tarihi kimliğini daha ortaya çıkaran yeni bir cami yapıldı.

Subaşı Çınarı, yanı başındaki çeşme ve Sakız ağacı ile birlikte çevresinin mekânsal ve kültürel değişimine şahitlik ederken; bulunduğu kır menekşe kokulu alanın isminin değişerek “O Ağacın Altı” olduğunu, mesire alanındaki çay ocaklarının kafelere dönüştüğünü, sucuların pul aldıkları kulübenin pulcu kulübesi otobüs durağına evrildiğini, sakaların ve buraya su almak için gelen çevre sakinlerinin sıraya girdikleri çeşme başı muhabbetlerinin anılarda kalışını gördü, dinledi gelen ziyaretçilerden.

Yeşilçam filmleri özellikle Küçük ve Büyük Çamlıca’yı çokça göstermiştir bizlere. Piknik yapan insanları, aşık buluşmalarını... Öyle ki bu filmlerin de etkisiyle İstanbul denince akla gelen, İstanbullu olmayanların en merak ettiği yerlerdendi Çamlıca. Yine bunlardan biri olan; “Aile Şerefi” adlı filmde Subaşı Çınar’ının yanındaki çeşmeden su alıp satan bir saka tasvir edilir. Münir Özkul’un oynadığı bu karakter bir yandan su doldurmakta bir yandan da “bitti bu meslek” diye hayıflanmaktadır.

Bugün çeşmelerden su alıp satma gereksinimi olmasa da tarihimizde Ulu Çınar ve yanındaki su kaynağı çeşmenin önemi azalmayacaktır. İnsan var olduğu sürece “bir yudum su ve temiz bir nefes” Küçük Çamlıca tepesinde olduğu gibi, İstanbul’un pek çok yerinde şehir kültürümüzün bir parçası olarak birbirine eşlik etmeye devam edecek.

Subaşı Çınar’ı bulunduğu tepeden etrafından akıp giden hayatı izlerken, kim bilir daha neler görüp geçirecek. Gelecek kuşaklara neler anlatacak bu günlerden? Yazları gölgesinde serinlediğimiz, heybetli duruşuyla doğanın sanatını ruhumuzda hissettiğimiz huzur ve mutluluk kaynağı bir doğa mucizesi olan asırlık Çınar ağacının varlığı çevresine anlam katmaya devam edecek.

Faruk Nafiz Çamlıbel’in Subaşı Çınarına atfen yazdığını düşünülen "Çamlıca'daki Çınar" şiiriyle bitirelim öykümüzü.

Çamlıca’daki Çınar

Çamlıca’nın en yüksek yerinde bir perinin
Işıktan heykelini nakşettim ufuklara
O yeşil Çamlıca ki, kat kat eteklerinin
Birini boğaz öper, ötekini Marmara.

………………..

Anladım, aşkın izi suda çizgiyle birmiş
Onları duymamışım şu kök kadar derinden
Anladım, hatıraya daha çok yer verirmiş
Çınarların gövdesi aşık yüreklerinden!